Bu yıl 100 kitap, toplam 25.129 sayfa okumuşum. Her düşünen canlı için övünülmesi değil yerine getirilmesi gereken bir görev, ödev olmasına rağmen hafif bir gurur duymadım da değil; dile kolay 100 kitap… Bunlar içerisinde beni en çok etkileyenleri paylaşmak istedim.
Sahilde Kafka (2002)- Haruki Murakami : Nasıl anlatsam, nerden başlasam… Güzel bir söz, güzel bir şarkıda güzel bir yer için yazılmış. “Sahilde Kafka” için yorum yazmaya başladığımda aklıma ilk bu cümleler geldi nedense. Gerçekten de bittiğinde nasıl anlatacağınızı düşündüren, insanı serseme çeviren bir kitap. Bir yerden başlamak lazım elbette. Öncelikle kitabın türünü tanımlama kısmında başlıyor zorluk, daha ilk anda. Biraz fantastik, biraz bilim kurgu, dram, romantik artık ne isim vermek isterseniz. Ama en çok “Büyülü gerçeklik” akımına dahil edebiliriz sanırım. Her kitapseverin okuması gereken, 21. Yüzyılın en iyi kitaplarından biri Sahilde Kafka. 650 sayfalık kitap, ağır ağır okunması ve üzerinde düşünülmesi gereken pek çok anektod içeriyor… “Kısacası, aşık olmak böyle bir şeydir işte Kafka Tamura. Nefesin kesilecek ölçüde kendini iyi hisseden de, derin bir karanlıkla boğuşan da sen olursun. Vücudun ve ruhunla buna dayanman gerekir.”
Huzursuzluğun Kitabı (1934) – Fernando Pessoa: Portekiz edebiyatının temel taşlarından olan eser bir insanın gerçekliği reddedip kendini hayallere hapsedişinin güncesi. Bernardo Soares Lizbon’da yaşayan bir muhasebeci olup insanlarla ilişki kurmaktan kaçınan iş dışında kendisini dışarıya kapatıp kitapları ve kendi iç dünyasında yaşayan biri. Bu kitapta onun 1931-1934 yılları arasında yazdığı bir nevi günlük sayılabilir. Aslında günlük demek de pek doğru değil, daha çok hayatı sorguladığı, hemen her konuda aklına gelenleri yazdığı fikirleri ve aforizmalarından oluşuyor. Aşırı depresif, içe kapanık, intihara meyilli, bir karakter Soares, hemen hemen hiç mutlu olduğu bir gün yok, aslına bakılırsa bunu pek istediği de söylenemez. Melankolik ve depresif hali onun sığınağı, huzur bulduğu dünyası haline gelmiş, oraya da kimseyi almaya niyeti yok. Kitaplar ve düşleri hemen hemen tüm hayatı; düşlerindeki dünya ile gerçek dünya arasındaki uyumsuzluk her gün onu daha da gerçeklikten koparıp, yalnızlaştırıyor. Sanki bir uçurumdan boşluğa atlamış yıllarca o boşlukta düşmeye devam etmiş biri Soares. Kesinlikle kısa sürede okunacak bir yapıt değil Huzursuzluğun Kitabı. Bir kaç yüz kitap yutmadan da okunmamalı bence; aksi takdirde dili ve ağır temposu nedeniyle sıkıcı gelebilir. Ağır ağır, özümseyerek, üzerinde düşünülerek, sonrasında da dönüp tekrar tekrar altı çizili yerlerin okunması gereken bir başyapıt. İnanılmaz bir hayalgücü, müthiş tasvir ve betimlemelerle insanı kendisine hayran bırakıyor. “Tek derdimiz kendimizi oyalamak, ne var ki yazgısını unutmak için boş işlerle uğraşan tutuklular gibi değil, vakit geçirmek için yastık kenarı işleyen genç kızlar gibiyiz, hepsi bu.” . “Ve mutluluk oyunu oynayan yoksul çocuklar gibi, ekmek kırıntılarına pasta diyerek yaşarız.”. “Hayatla aramda ince bir cam var. Açıkça görmeme ve anlamama rağmen, dokunamıyorum hayata.”
Zamanımızın Bir Kahramanı (1840) – Mikhail Lermontov: “İki insan var benim içimde: Biri sözcüğün tam anlamıyla yaşıyor, öteki ise onu düşünüyor ve yargılıyor…” Lermontov ülkemizde fazla tanınmasa da Puşkin’den sonra romantizm şiir akımının en önemli Rus temsilcisi. Pek çok şiirin yanı sıra, resim yapan Lermontov’un 1840 yılında yazdığı romanı “Zamanımızın Bir Kahramanı”. Roman aslında 5 kısa öyküden oluşan bir novella. Başkahramanı Peçorin ise tam anlamıyla Byron’ik bir karakter. Dışarıdan bakıldığında kadınların duygularına önem vermeyen, bencil, kıskanç , kötü biri ; ancak kendi ağzından yazılan bölümlerde nedenlerini ve içinde yaşadığı kaosu biraz olsun anlayabiliyorsunuz.
Dokunmadan (2017) – Nermin Yıldırım: “Dokunmadan”, Mart 2017’de Hep Kitap Yayınlarından çıkan yazarın son kitabı. 29 yaşındaki Adalet mutsuz olduğu bir işte çalışan, kimseye dokunup, sevemeden bir hayatı mecburen yaşayan bir kadındır. Ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğrendiğinde kendisi, korkuları ve geçmişiyle yüzleşir. Geçmişinde yaptıklarından çok, yapamadıklarından ötürü suçlar kendini. Ölmeden önce düzeltmesi gereken hatalarını düşünürken beş yaşındayken komşu apartmanın kapıcısının gariban ve zeka özürlü oğlu Mahsun’un sahip olduğu tek oyuncağı , tek gözlü ayısı Muhlise ‘yi elinden aldığı ana kadar gider. Yıllar sonra Mahsun’u bulmak ve ayısını geri vermek için yollara düşer, hayattaki tek arkadaşı olan Hülya ile; bu arada tuhaf tesadüfler sonucu tanıştığı Sadi Seber de kendisine eşlik eder. Konusu kısaca bu şekilde olan kitap, Adalet’in gözünden dünyaya, olaylara, topluma bir bakış sunuyor okuyucuya. Günlük şeklinde bir defterde her şehir, her kasabadan üçüncü sayfa cinayet haberleri biriktiren Adalet, aslında toplum kadar kendisini de sorgular, yüzleşir ve hatta yargılamaktan da geri durmaz. Anne, babası, babaannesi ile olan ilişkileri, çocukluğundan kalma parça parça anıları, hayatı sık sık karşımıza çıkar kitapta. Ölüm haberi sonrası psikolojisi, çıktığı yolculuk ve Hülya’nın da sürekli dürtüklemesi ile anılarının aslında hatırladığı gibi değil de hatırlamak istediği şekilde olduğu gerçeğiyle de yüzleşir. Bir oyuncağı geri vermek gibi basit bir amaç gibi görünse de, yıllar önce kırdığı kalbi onarmak için sokak sokak, şehir şehir gezen Adalet kendi anılarını, kendi kalbini, aslında kendini onarmak için çıkar yola. Adalet’in hikayesinin yanı sıra kitap, toplumsal hafızamızda yer etmeyen, gazetede okuduktan sonra bir kaç dakika üzülüp geçtiğimiz haberler, trajik olaylara da yer veriyor; sokağa çıkma yasağı yüzünden çocuğunun cesedini buzlukta saklayan ailenin dramı gibi. Toplu taşıma araçlarında kadınların maruz kaldığı taciz konusu ve bunun üzerinden bir toplum portresi de çiziyor yazar. Taciz edenler, taciz edilip susanlar, tacizi görmezden gelenler. Bir rüzgar sürekli fısıldıyor Adalet’e; “gör bunu, duy bunu” diyerek… Toplumun geneli gibi o da görmekten, duymaktan kaçıyor. Yazar Adalet’in vicdanında, duyarsız toplumu, yani bizi eleştiriyor aslında. Kurgusu boyunca bir çok sürprizle karşılaşacağınız kitap, çok sürükleyici ve akıcı. Nermin Yıldırım, metaforları, tasvirleri, eski Türkçeyi kitap içerisinde çok güzel ve ustaca kullanmış. Sonuçta hasır altına süpürülen toplumun yaralarını gün ışığına çıkaran, vicdanlı, sürprizlerle dolu, zaman zaman gözlerinizi yaşartan, zaman zaman düşündüren, sorgulatan bir “merhamet” romanı çıkmış ortaya. “Birine susmasını söylediğinizde sesine, gitmesini söylediğinizde kendisine hasret kalabiliyordunuz.”. “İnsan kendini sevmeyi bilmeyince, başkalarınca sevilebileceğine de ihtimal veremiyor işte.”
Nietzche Ağladığında (1992) – Irvin D. Yalom: Öncelikle kitaptaki olayların bazıları gerçek olsa da kurgu bir roman. Nietzche’nin bir türlü çözülemeyen sağlık sorunları nedeniyle Psikoterapi’nin öncülerinden doktor Jozef Breuer’e gelmesi ve ikisinin 300 sayfadan fazla süren aforizmatik atışmalarından oluşuyor. Başlarda tam bir güç savaşı yaşanırken sonlara doğru her ikisi de birbirinden etkilenerek teslim oluyorlar. Bazı yorumlarda yazıldığı üzere çok sürükleyici değil, aksine düşündürücü ve zorlayıcı, ancak bir o kadar da değerli bir kitap. 1882 yılında Avusturya’da geçen olaylar sırasında Freud da henüz genç bir doktor, aynı zamanda Breuer’in arkadaşı. Nietzche de kendi deyimiyle “Böyle Buyurdu Zerdüşt” ün Doğum sancılarını çekiyor. Son 30-40 sayfa olayların çözülmesi ile sürükleyici olsa da kitabın geneli, üzerinde düşünülmesi gereken yorum ve analizlerle dolu. Her ikisi de tüm hayatlarını, ilişkilerini, varoluşlarını sonuna kadar sorgularken siz de payınıza düşeni alıyorsunuz. Büyük emek harcanmış, edebi ve bilimsel değeri olan bir kitap.
Unutkan Ayna (2016) – Gürsel Korat: Hatırlamakla unutmak arasında bıraktığımız gölgeli bir zaman, tozlu sükunetle durur, öylece. Zamanın hatırası kusurundandır. Bu kusurun telafisinin adı hayat mıdır, bir fotoğrafa çerçevelenerek asılmış duvarı insan mıdır bilinmez, lakin tıpkı Proust’un dediği gibi:“İnsan ancak hatırladığı şeye sadık kalabilir ve ancak bildiği şeyi hatırlar.Gürsel Korat’ın okuduğum ilk kitabı. Biraz Ermeniler tarafından anlatıldığı için insan ister istemez, bir bağ mı var diye düşünüyor, oysa Korat kendisinin de ifade ettiği üzere, milliyetçi, muhafazakar aileden gelen Müslüman bir Türk. Gürsel Korat gerçekten usta işi bir romana imza atmış. Kitabın sonunda ortaya çıkan sır ve sürpriz son da etkileyici…
İnsan Beyni (2004) – Robert Winston: Robert Winston NTV’de de yayınlanan, BBC yapımı The Human Body (İnsan Vücudu) ve Human Instinct (İnsan İçgüdüsü) belgesellerinin yanısıra, Walking With Caveman, Superhuman, Child Of Our Time gibi bir çok yapıma imza atmış, 20’den fazla kitap yazmış bir bilim adamı ve doktor. Aslında Jinekoloji, üreme ve mikrocerrahi üzerine uzmanlaşmış bir profesör olan ve 1994 yılında “Sir” ünvanı alan Winston kendi ifadesine göre beyin ve nörolojiye sonradan ilgi duymaya başlamış. Orijinal adı Human Mind olan kitabı 2004 yılında aynı adlı belgeselden bir yıl sonra yazmış Winston. Say yayınlarından Gül Tonak çevirisi ile çıkan kitap toplam 544 sayfadan oluşuyor. Kitapta insan beyninin yapısı, nörolojik sistem, hormonlar, duyularımız ve çalışma prensipleri, uyku, rüyalar, bağımlılıklar, psikolojik bozukluklar, öğrenme süreci, hafıza, duygular, aşk, cinsellik, karakter analizleri ve zeka gibi bir çok konu anlatılıyor. Zekamızı nasıl geliştirebileceğimizi, sahip olduğumuz ancak hiç fark etmediğimiz becerilerimizi nasıl ortaya çıkarıp eski alışkanlıklarımızdan nasıl vazgeçebileceğimizi ve yaşlanırken beynimizi ne şekilde formda tutabileceğimizi keşfederken, diğer yandan da büyük bir paradoksla karşı karşıya kalıyoruz. Zira insan beynini anlamamızı mümkün kılan tek araç yine insan beyninin kendisi ve bilimin her birimizi benzersiz yapan olağanüstü mekanizmayı hiçbir zaman tam olarak açıklayamayacak olması da kuvvetle muhtemel. Göz korkutacak kadar kalın görünmesine rağmen, sıkılmadan okunan, gayet anlaşılır bir dille yazılmış olan kitap, beyin ve nöroloji alanında bilgi sahibi olmak isteyenler için güzel bir kaynak.
Mülksüzler (1974) – Ursula K. Le Guin: Le Guin’in kült eserlerinden biri Mülksüzler. 1974 yılında kaleme aldığı roman ütopik bir bilim kurgu. Gerçekten müthiş bir hayal gücü ile yazılmış roman; zaten o sene bilimkurgu dünyasının Oscar’ları olan Nebula ve Hugo ödülünü de bu romanla almış Le Guin. Roman Urras ve Anarres isimli iki gezegende geçiyor. Her iki gezegen de birbirinin uydusu; biri diğerinin Dünya’sı , öbürünün Ay’ı ya da tam tersi. Anarres ‘te Devlet yok, tüm toplum özgür(ya da öyle olduğunu düşünüyorlar), silah yok, sahip ve sahiplenme yok;aynı zamanda kurak, verimsiz, tozla kaplı bir gezegen. Urras ise tam kapitalist sistemle yönetilen bir gezegen. Sınıf farklılıkları, kurallar, kanunlar vb. O da verimli toprakları ile yaşaması daha kolay bir yer. Zaten Le Guin Urras ismi ile ABD ve Rusya ‘ya gönderme yapmış. (US ve USSR: eski Sovyetler Birliği). Sosyalist ve anarşist olan Le Guin’in USSR göndermesi o dönem komünist olan bir ülke için garip olmuş. Shevek isimli Anarres’ta yaşayan bir bilim adamının kendi gezegeninde yaşadığı bir takım olaylar yüzünden (Spoiler olmasın diye yazmıyorum) Urras’a gidip dönüşünü anlatıyor roman. Yer yer sıkılsanız da genel anlamda sürükleyici, betimlemeleri, diyalogları ve müthiş hayal gücü ile zamanının ötesinde bir bilim kurgu başyapıtı olduğu da tartışılmaz tabii ki. “Bütün duvarlar gibi iki anlamlı, iki yüzlüydü. Neyin içeride, neyin dışarıda olduğu duvarın hangi yanından baktığınıza bağlıydı.”
Oğullar Ve Rencide Ruhlar (2004) – Alper Canıgüz: Tarz olarak biraz Selçuk Aydemir’e benziyor , bol bol mizaha yer verilmiş. 5 yaşındaki büyümüş de küçülmüş Alper Kamu’nun maceralarının ilki.Tabi ki bir edebiyat başyapıtı değil ama son derece eğlenceli ve sürükleyici. Ben çok sevdim.
Kızıl Nehirler (1997) – Jean-Christophe Grange
Duman Otel (2017) – Bülent Çallı
Enigma (2010) – Antoni Casas Ros
Cthulhu’nunÇağrısı (1926) – H. P. Lovecraft
Yörünge (1999) – Tess Gerritsen
Benim Adım Kırmızı (2000) – Orhan Pamuk
Değişen Beynim (2015) – Sinan Canan
Aylak Adam (1959) – Yusuf Atılgan
Bir de Baktım Yoksun (2009) – Yekta Kopan
Goodreads de 5 üzerinden 1 yıldız verdiğim, hayal kırıklıklarım ise:
“Gecenin Sonuna Yolculuk-Ferdinand Celine”, “Bir Nefeste Dünya Tarihi-Emma Marriott”, “Tuhaf Masallar-Ransom Rigs”, “Sırça Fanus-Sylvia Plath”, “Zorba-Kazancakis”, “Bizim Büyük Çaresizliğimiz-Barış Bıçakçı”, “Yitik Adanın Öyküsü-Jose Saramago”, “Coşkuyla Ölmek-Şule Gürbüz”, “Deniz Feneri-Virginia Woolf”, “Görünmez Kentler-Italo Calvino”
Comments